"Semah; bazı kalplere cila verir ve aşkını arttırır, bazı kalplere ise inkâr verir karanlığını arttırır."
- Kake (Erenler Atası) Ebul Vefa Kürdî (11.yy)

"Bizim Semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir."
- Hacı Bektaş Veli (13.yy)

Alevilikte Rıza Şehri 1


“Rıza Şehri
Ve bir Tabak dolusu nar sundu
Rıza Şehri yabancısı sofu
İstedi ki gönül sarayının sultanı da ondan hoşnut olsundu
Lakin, nerden bilsindi ki, burası Şehr-i Rıza idi
-ver rıza al rızalık işler idi.
Bu gönül şehrinin yarenleri
Aşkın narına tutuşup yanar idiler
Değil idi gözlerinde sofunun tabağındakiler
Onlardan var idi ağaçlar dolusu nar
-yoktu önünde bekçisi
Bilirlerdi yangın yeri bahçesi yürekleri
Bilirlerdi, aşkın narında harareti
Daldaki narın kızıllığında değil.


Rıza idi tohumu bu narın sebilen
Rızalık idi dem-i mekânda serpilen
Sevgi idi meyvesi bu narın-ortakça sunulan
Rıza ile ateşine yanıp kül olunan
Çün burası Şehr-i Rıza idi
Gönül işleri böyle idi.” – (Şair Kutubî)

TARİHSEL BİR GERÇEKLİK Mİ ÜTOPYA MI
KIZILBAŞ ALEVİLİKTE RIZALIK ŞEHRİ-I

“Bilmeyen bilmez, bilende demez” buyurdular erenler; ama öyle bir devir gelip çatmıştı ki, bilenin, bildiğini söylemesi gerekiyordu artık ve bilmediğini de hızla arayıp, bulup öğrenmesi kaçınılmazdı.

“Rıza Şehri” konusu da öylesine bir konuydu Aleviliğe dair. İlk dillendirmeye çalıştığım yılları anımsıyorum açtığımız kimi “Meydan”larda; “Biz Aleviler Rızalık Şehri çocuklarıyız” diye söze başladığımı, özellikle kadim sürek Kızılbaşlıkta, “Yola Girme” nin, Rıza Şehrine girmek ve onun yolcusu olma anlamına geldiğini belirttiğimde, ilk tepkinin, özellikle de benim emsal kuşaktakilerden, “nereden çıkartıyorsun, böyle bir söz ne duydum ne de söyleyene rastladım” yollu tepkiler aldığımı, şimdilerde, yolculuğumun zorlu ama güzel anları olarak anımsıyorum.

Tabi ki benim bir yerden çıkardığım yoktu. O zamanlar birilerinin dillendirdiği gibi “Alevileri devrimci -solculara yanaştırmak için” böylesi “kurgular” da üretmemiştim. Ama yine de, bir çoğu, böylesi tepkiler göstermekte haklıydılar. Çünkü, 90’lı yıllara Kadar Alevilik üzerine yazılmış ve Alevilik üzerine neredeyse otorite olarak kabul görmüş, ünü büyük yazarların hiçbirisi, böyle bir konudan sözetmemişti ama Haşim Kutlu, o zamanlar, tıpkı “Alevi” değil de “Alawi” dediği gibi herhalde yine “ikembe-i kübradan atıyor”du!…

Her neyse…günler hızla birbirini kovaladı. Aleviler de hem ayrıştılar hem de, “devlet toplumu” söyleminden biraz daha uzaklaştıkça, daha fazla kendileri oldular. Günün birinde, bir çok biçimde “Rıza Şehri”nden sözedene rastladılar. Rıza Şehri üstüne yazmaya başladı genç nesil Aleviler. Bu yazıların hepsini göremesem de bir kısmı ya doğrudan bana gönderiliyor ya değilse bir kısmına da, bir biçimde ben ulaşıyordum…
Bana gelen veya benim rastladığım “Rıza Şehri” üzerine yazıların çoğunluğu, ondan bir”Alevi Ütopyası” olarak sözediyor.

“Rıza Şehri” konusuna, daha sonraki yıllarda yayınlanmış, “Kızılbaş Kadın” ve “Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan” adlı kitaplarımda, kitapların konu bağlamları içinde yer verdim. Ne ki, hiç bir şeyin ortaya çıktığı gibi kalmadığı, değişime uğradığı gerçeği benim düşünsel evrimim bakımından da geçerli oldu. Dünden bu güne, Aleviliğin, özellikle de, en kadim Alevi süreği olan Kızılbaşlığın bir çok konusunda olduğu gibi “Rıza Şehri” konusu üzerinde de tarihsel izler sürdüm. Ülaştığım sonuçları, şu anda üzerinde çalışmakta olduğum “Kızılbaş Kadın II” kitabında okur ile paylaşacağım. Ne varki kitabın yolculuğu henüz uzun sürecek gibi. Bu nedenle Rıza Şehri’ne ilişkin ulaştığım bilgi birikiminin kısa bir özetini bu yazımda aktarmak istiyorum.

ELİMİZDEKİ TEK YAZILI KAYNAK


Rıza Şehri’yle ilgili olarak bu gün elimizdeki tek yazılı kaynak; “İmam Cafer Buyruğu” olarak adlandırılan, ne zaman ve nerede yazıldıkları belli olmayan ve “Malatya nüshası” veya “Hacıbektaş nüshası” ya da “Erzincan “ , “Tahtacı” nüshası gibi değişik nüshalardan oluşan propağanda risaleleridir(broşür).

Hemen belirtmeliyim ki, Rıza Şehri konusu, bu risalelerin her nüshasında da yer almamaktadır. Elimdeki on kadar nüshadan, esas olarak iki tanesinde, Esat Korkmaz ve Adil Ali Atalay(Vaktidolu) tarafından hazırlanan nüshalarda, Rızalık Şehri konusu yer almaktadır.

Bu nüshalarda yeraldığı kadarıyla Rıza Şehri’nin anlamına, Yol insanı için öneminin ne olduğuna, Yol, Erkan, Meydan bağlamında yerinin ne olduğuna, kuşkusuz değinilmemekte, besbelliki işin “içeri” tarafı, Hizmetli olanlara bırakılarak, Rıza Şehri bağlamında bir öyküye yer verilmektedir.

Genel olarak, en basta Pirler olmak üzere günümüzün Hizmetlileri de bilgi sahibi olmak bakımından, talip düzeyinden çok farklı olmadıkları için, Rızalık Şehri konusu, “İmam Cafer Buyruğu” olarak bilinen bu propaganda risalelerinde, dünden biraz daha farklı, birer öykü olarak kalmaya devam etmektedir.

Bu önemli gerçekliği göz önünde bulundurarak, kısaca bu öyküden sözetmek istiyorum:

Günün birinde bir Sofi(*) dünyayı gezmeye çıkar, Yolu bir şehire uğrar, açlık hisseder ve kendisine ekmek almak için fırına uğrar. Ekmek alır ve karşılığında para çıkarıp vermek ister. Fırıncı parayı görünce şaşkınlıkla Sofinin yüzüne bakar. Sofinin bu şehirden olmadığını, şehir sakinlerinin nitelemesiyle onun, bir “Dünyalı” olduğuna hükmeder ve parayı geri çevirerek, “biz bunu ortadan kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik, anlaşılan sen Rıza Şehri’nden değilsin, “Dünyalı” olmalısın” der.

Hizmetlileri çağırarak “Dünyalı” yı onlara teslim eder. Onlar da kendi aralarında halleşerek, Sofiyi Arifler katına çıkarmaya karar verirler. Arifler Meydanı’na çıktıklarında, sofiye yatacak yer ve yiyecek verilmesini, saygı değer bir konuk gibi ağırlanması söylenir. Hizmetliler, öyle de yaparlar. Üç gün Rıza Şehri’ne konuk olan Sofi, üçüncü günün sonunda gitmeğe kalktığında, Hizmetliler ona, hizmetlerinden razı olup olmadıklarını sorarlar. O da çok memnun kaldığını belirtir. Bunun üzerine Hızmetliler Sofiye gidemiyeceğini, “gidebilmen için bizim de senden razı olmamız gerekir” derler. Sofi kalır. Ona ayrı bir yatacak yer ve iş verirler. Sofi yaşamından mutludur. Rızalık Şehrinde bir hanımla arkadaş da olur ve ona evlenme teklif eder. Hanım, “birbirimizden razı kalırsak tabi o da olur” diye yanıt verir.

Günler böylece geçe dursun, Sofi bir gün, Rıza Şehri bahçesinde gezerken yolu bir nar ağacının önünden geçer. Daldaki narları görünce, sevdiği hanıma bir ikramda bulunmak ister. Narlardan bir miktar toplar ve bir masanın üzerine koyarak hanım arkadaşının gelmesini bekler. Hanım geldiğinde hiç bir olağandışılık göstermez. Sofi hanımın davranışından hiç bir sonuç çıkaramaz. “Neden böyle davrandı” diye kendi kendine sorunurken hanım, “narları görüyorum. Bu bahçede bir dolu nar var, istersem ben de alabilirim. Ama sen bunları alırken kimseye sormadın, onlardan rızalık almadın, bunları şimdi bana sunmak istiyorsun! Belli ki Rıza Şehri’ne bir türlü alışamıyacaksın. İyisi mi sen kendi dünyana dön” der ve görevlileri çağırıp sofinin Rıza Şehri dışına çıkarılmasını sağlar. Sofı erkâna göre belki “dar olur am didar göremez” ve Rıza Şehri’nden ayrılır.

Özetle, Rıza Şehri öyküsü bu şekliyle yeralır söz konusu risalelerde. (Öykünün tamamı için bkz. İmam Cafer-i Sadık Buyruğu- Hazırlayan: Esat Korkmaz. Ayrıca bkz. Haşım Kutlu. Kızılbaş Alevilikte Yol Erkân Meydan . S.142.Yurt Yay. Haşim Kutlu. Kızılbaş Kadın. S. 92-110. Alev yay.)

RIZA ŞEHRİ ÖYKÜSÜ BİR ÜTOPYAYA MI İŞARET EDİYOR

“Yol Erkân-Meydan” bağlamında günümüzün Alevi nesli, artık Otantik Alevilikle bağını koparmıştır. Aidiyet dışında söz konusu Alevilikle hiç bir bağı bulunmamaktadır ya da en fazla bir inanma biçimi ve edinimi olarak yaşamında yer edinmektedir, o kadar. O artık, Modern toplumun bir üyesidir ve onun yasalarına tabidir. Günceldeki hareketi ise anlamını demokrasi ve özgürlükler bağlamında bulmaktadır.

Modern toplumlun bir üyesi olarak bu günün Alevi insanı, kendi geçmişiyle ilgili otantik bilgilerle karşılaştığında, doğal olarak onu, şu anda yaşadığı toplumdan edindiği anlayış-kavrayış kalıpları içinde değerlendirecektir. Öyle de yapılmaktadır genel olarak. Rıza Şehri öyküsünde geçen, “Parayı kaldırmak için çok uğraş verdik, büyük savaşlar yaptık” bilgisiyle karşılaştığında, Paranın, egemen ilişkiyi tayin ettiği, kendi özelliklerini toplumun bütün gözeneklerine dek emdirdiği, onun dışında bir varoluşun mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle, doğal olarak, paranın olmadığı bir dünyanın ancak ütopya olabileceği sonucuna ulaşmaktadır. Tabi k, diğer bir çok etkeni bu değerlendirmenin dışında tutarak ve oldukça iyimser bir yaklaşımla, “ böyle de olmaktadır” demekteyim.

Peki, otantik Alevilik açısından da Rıza Şehri, bir gelecek ütopyası mıydı?

Bir Ortaklık yapılanması olarak otantik Alevilik, hem yapılanma yani toplumsal olarak örgütlenme, örgütlü olma bakımından hem de bu yapılanmaya özgü bilgi ve bilgilenme bakımından, en temel de ikili sisteme sahip olmuştur. Her iki düzeyin korunması, kollanması ve sürekliliğinin sağlanması açısından Yol’un bilgeleri, topluma ait olanlar ve toplumun dışında kalanlar olarak iki temel zemin belirlemişlerdir kendilerine. Topluma ait olanlara “İÇERDEKİ“ ya da kısaca “İçeri“, toplumun dışındakilere ise “Dışardakıler” demişlerdir. Aynı bağlamda, kendi toplumsal yapılanmalarını da “İçerdekiler” ve “Dışardakiler” olarak iki temel zeminde ele almışlardır. Toplumun iç yapısı olarak “İçerdekiler” tümüyle hizmetli yapıdan oluşmakta ve özel eğitimlerle, toplumsal yapılanmanın gereksinmelerine göre yetiştirilen ve görevlendirilenlerden oluşmaktadır. “Dışardakiler” ise bir bütün olarak talipleri kapsamaktadır.

Talipler, maddi ve manevi yeteneklerine göre Hizmetliler arasında yerlerini alabilirler ve hizmetli kademelerinde bulunabilirler. Hizmetliler, Maddi ve manevi olarak maharetle üretir marifetin gereğince, “herkese ihtiyacına göre” pay edeler.

Bu anlatım çerçevesinde Rıza Şehri, Ortaklığın bir diğer adıdır. Hal böyle olunca Rıza Şehri, hem geçmişte yaşanmış, olmuş bitmiş Ata meydanlarına duyulan bir özlem; içinden geçilmekte olunan tarihsellikte, yaşanmakta olan açısından, yaşanılanın hal tercümesi ve süreğin geleceğe aktarılması bağlamında da, bir gelecek tasarımı anlamını taşır.

Kadim geçmişe, “Ana atanın yitik cennetine bir özlemin” ifadesi olarak, yapılanmaya üyeliğin en temel kuralı olarak konmuş ve sürek sağlanmıştır. Aleviliğe giriş, aynı zamanda Rıza Şehri’ne giriş olarak kabul edilmektedir, bu gün bile şeklen de olsa, yaşamaya devam eden Müsahiplik(Eşitlik kardeşliği= Braye Müsaviye) erkânı, Rıza Şehri üyeliğine kabul edilmenin gereği olarak vardır.

Müsahipliğin yerine getirilmesinde takibedilen erkân, tümüyle bu anlama denk düşer; “Hâl içinde hâlleşecek, sonra yar olup yarleşecek, malı mala, canı cana katıp dört baş bir beden olacaksın” belirlemişler Yol’un bilgeleri kuralı. Bu kural, bir Ortaklık Toplumu kuralıdır ve işte buk, “Rıza Şehri” dir. Çünkü talip olacaktan istenenlerin hiç birisi karşılıklı Rıza olmadan olmaz!.. Erenler neden demişler ki; “Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi”…(Devam edecek)

HAŞİM KUTLU / Kızılbaş Meydanı

(*)- Sofi: sözcük anlamı bakımından çok değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Kimilerine göre, kendilerini “Allah Adamlığı”na adamış kimselerin, bunun bir belirtisi olarak üzerlerine yünden örülmuş sof kumaşından hırka giymelerine izafeten Sofi dendiğinden- ki Kapitalizm öncesi egemen din toplumlarının tamamında sınıf ve tabakaların kategorik olarak belirlenmiş giyinme tarzları vcardı ve giyim kuşamlarından, hatte giysilerin renklerinden, kimin hangı kategoride yeraldığı bilinirdi- Kimilerine göre Mutasavvuflara verilen bir adlandırmaydı. Belki biraz da bu anlayışlarla özdeşleştiği, dahası, egemen ilişki tarzının bir ögesi haline geldiği için, Yol insanınca olumsuz karşılandığından sözedilebilir. Öyküdeki niteleme, böyle bir nitelemedir.
Ancak, izini sürmekte olduğum kadim bilgi dağarcığında Sofi, anlamını “Bilginin ve Aydınlığın Tanrıçası” Sofia’dan almaktadır. Ortaçağ dönemlerine kadar Yol süreğinde, Yolun bilgeleri Sofi kavramını otantik anlamıyla kullanmışlardır.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorum yapmak için yorum gönder butonuna tıklayın. Yorumlar kısa süre içinde görünecektir.