"Semah; bazı kalplere cila verir ve aşkını arttırır, bazı kalplere ise inkâr verir karanlığını arttırır."
- Kake (Erenler Atası) Ebul Vefa Kürdî (11.yy)

"Bizim Semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir."
- Hacı Bektaş Veli (13.yy)

Alevi Hukukunda Dar Eş ve Eşitlik

Alevilikte Dar Eş ve Eşitlik
Alevilikte Hukuk” konusuna girmeden, hoşgörünüze sığınarak, her vesileyle yaptığım gibi anlatımıma zemin teşkil edecek olan, son derece önemli gördüğüm bir kaç hususa değinmek istiyorum. Genel olarak dinlerin, özel olarak Aleviliğin, bu bağlamda da Alevilikte hukuk konusunun, benim baktığım yerden anlaşılabilmesi için aktaracağım hususlara değinmek zorunlu gözükmektedir. Söz konusu hususlara geçmeden, bütün bu konulara kapı aralayan, Aleviliğin ele alınışında kendi düşünsel evriminin üç önemli konağına değinmek istiyorum;


Birincisi; Alevilikte kadının yerine ilişkin sorduğum soruyla ilgilidir. 1993 yılında, Sivas katliamının ön günündeydi. Alevilik bütün zamanlarında olduğu gibi yine kadınından vurulmuştu. Çocukluğumuzdan bu yana dışımızdan bizi kuşatan ve baskılayan en köklü vurma biçimiydi bu ve her yerde ve her zaman kimliğimizin saklanmasına neden olmaktaydı. Dostu da düşmanı da ne zaman Alevilik-Kızılbaşlık söz konusu edilse, bu topluluğu kadınıyla andı öylede tanımladı. Etkilenip tepkilenmeden “neden” diye sordum. Bulduğum yanıtları Kızılbaş Kadın adlı çalışmamda, öncelikle Alevi camia-sına sonrada okurlara sundum. Bu soruyu hala sormakta ve yanıtını hala aramaktayım. Bulduğum yanıtlar Kızılbaş Kadın ikinci ciltte yer alacak.

İkincisi; günün Aleviliğinde bir seyirlik uygulamadan öteye gitmeyen kimilerinin “Dar adaleti” kimilerinin “Halk Mahkemesi” olarak ifade ettiği Alevilikte hukuk konusuna dairdi. Aleviliğin bir hukuku var mıydı ve bu hukuk nasıl bir sisteme dayanıyordu? Bu sorulara ilişkin bulduğum yanıtları, birinci basımı Kaldıraç yayınlarında, ikinci basımı 2005 yılında Yurt yayınlarında yapılan, “Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan” adlı çalışmamda yer aldı.

Üçüncüsü; gerçekte din nedir nasıl ele alınmalı-dır sorusuydu. Üç asırdır adeta kıla-size olmuş haliyle Rasyonalizmin tanımladığı gibi din, akıl dışı hürafalar yığını bir afyon paketi miydi? Yada, yer yer bir kültür olayı olarak ifade edilse ve bu bağlamda ideolojik bir üst yapı kurumu olarak tanımlanıp ortaya konulsa da rasyonalizmin ufuk hattında kalan Marksist tanımlarla dini anlayabilir miydik? Bu sorunun yanıtını da 2006 yılından itibaren hala aramaktayım. Böylesi toplumsal konulara ilişkin olarak, eğer doğru sorulara sahipseniz, mutlaka yanıtlarınızda olur. Sorunuz yoksa, yanıtınız da yoktur. Ben soru sordum, tabi ki Alevi Yolunu kavradığım, inandığım ve yaşadığım ölçüde yanıtını da verdim. Ve yine tabi ki, bu yanıtlar, benim yanıtlarımdı. Kimsenin katılması ve beni doğrulaması da gerekmiyordu. Ama aynı sorular, ilgili herkesin hala önündedir ve herkesinde bir yanıtı olmak lazım gelir. Susmak ya da yok saymak doğru değildir.

Son sorunun bağlamından hare-ketle konuya girmek istiyorum. İster tek tanrılı ister çok tanrılı olarak tanımlansın, kapitalizm öncesi tüm si-yasal yapılar, tanrı ya da tanrılar adına tanımlanıyordu. İman ve itikat bu yapılanmaların ayrılmaz bir koşulu olarak, yapılanmalardan ayrı değil onların içinde yer alan bir öğe olarak ifade ediliyordu. Kapitalizm, kendisinden önceki bu toplum ve devlet süreklerinden farklı olarak kendi üst yapısal formatında, siyasal alan-özel alan ayrımı yaptı ve özel olanı siyasal alana karıştırmadı. Siya-sal alan adına ulus dedikleri toplumun iradesi adına dizayn edildi. Kapitalist toplum öncesi yapılanmalarda ise irade tanrı ya da tanrılar adınaydı. Toplumun en örgütlü ifadesi olarak devlet formatı içine, insan-insan, insan-toplum, toplum- devlet ilişkileri bağlamında hangi disiplin giriyor olursa olsun cümlesi tanrı yada tanrılar iradesine göre tanımlanıyordu.

Kapitalist toplumda bir tekmil üst yapısal organları ulus iradesi adına düzenlediler. Onun dışında bir varoluşa da izin vermediler. Özellikle Fransız devrimi ile birlikte, önceki din/devlet yapılanmasını, bir başka deyişle, kurum ve kuruluşlarıyla bir tekmil siyasal yapılanmasını alanın dışına kovdukları halde, bir zaman sonra, kendilerinin tamamıyla iman ve itikat konusuna indirgemeleri ve sadece bu alanla sınırlı olarak toplumun gereksinmelerini karşılamak koşuluyla geri dönmelerine izin verdiler. Böylece anayasal düzenlemelerinde, “kişiye özel” olarak ifade edilen alan kapsamından anlaşılmak üzere, eski dinlere yer vermiş oldular.

Bu halleriyle onlar, artık yeni toplumsal yapılanmasının bir bileşeniydiler. Buraya kadar olan biten belki bir ölçüde anlaşılırdır. Ancak anlaşılır olmayanlar var. Şöyle var; çok hızlı ve çok genel bir anlatımla açıklamaya çalıştıklarımdan da anlaşılacağı üzere, hiç bir din, bu gün ele alındığının aksine, bir iman ve itikat konumuna indirgenemez ve öyle de ele alınamaz. Ne ki, Kapitalist toplum yapılanmasının bir ifadesi olarak ulus devletler çağında, başından beri bu ayrım yapıldı ve dinler, bir iman konusu olarak ifade edildi. Dahası, bu yaklaşım bütün tarihsel evrelere uygulandı. Adeta bu gün klasize olduğu biçimiyle, devlet ve toplum tarihinin her evresinde dinler, sadece bir iman ve itikat konusudurlar! Öylece de ele alınmışlardır. Devlet işlerine karıştırılmamışlardır. Bu kavrayış düzeyine göre zaman zaman dini siyasallaştıranlar olmuştur ve din ile devlet işleri bu yüzden bozulmuştur!. İşte en temelde anlaşılır olmayan da burasıdır.. Sadece bir iman konusu olarak ele alınsa yine kapitalist toplumun gereksinmeleri açısından bu indirgemecilik, bir biçimde kabul edilebilirdi ama din nedir sorusunu rasyonalizm ve pozitivizm, “akıl dışı hurafalar yığını”olarak yanıtlamıştır. Bu ise bütün bir tarihselliğe, son derece kaba bir sansür koymaktan başka bir anlam ifade etmedi. Bu zeminden bir adım öne çıkış yapan Marksist literatür de, kapitalizm öncesi dinleri en fazla üst yapısal bağlamda bir ideolojik kurum olarak gördü. Analizde ve kavrayışta rasyonalizmin ufuklarını aşamadı.

Başlı başına bir çalışmanın konusu olan bu hususları daha fazla açmak ve sizleri bununla meşgul edecek değilim elbet. Alevilikte hukuk gibi Aleviliğin kavranmasında en hassas ve ayırt edici bir konuya, hukuk ve ahlak konusuna girerken, bu girişe yukarıda da belirttiğim gibi girmek zorundaydım. Şimdi, bu meydana Alevilikte hukuk konusunu getireceğim ama söze ‘Alevi İnancı’ diye başlayacağım. İnanç dediğiniz insan-sal edinim, bilgi bilimine göre, “kişinin inanıyorum dediği her şeydir ve kişiye özeldir”. Hal böyle olunca, hemen anlaşılacağı üzere ister kapitalizm öncesi hukuk olsun, isterse kapitalist toplum hukuku olsun, inanç kavramıyla açıklamaz. Çünkü inanç her şeyden önce bir analiz kavramı değildir. Ayrıca bir insani edinim olarak her ilişkinin içinde bir öğe olarak ya da boyut olarak yer alabilir ama o ilişkinin ya da o disiplinin kendisini, örneğin bir hukuku ve onun alanını açıklayamaz.

Özetle tekrarlayacak olursam; hiç bir din sadece bir iman konusuna indirgenemez, öyle ele alınamaz. Her dinin adına ifade edildiği bir ya da daha çok kutsalı vardır. Bu bağlamda kutsallık, ispatın değil imanın konusu olarak dinlerin içinde yer alır ama dinlerin tamamı, ait olduğu toplumun bütün bir üst yapısal formatını tanımlar. Onun tamamıdır. Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım bağlam ışığında Alevilikte Hukuk ve ahlak konusuna gelince;
Alevilikte temel kurumsal yapının Ocak sistemine dayandığı artık ilgili herkesin bildiği bir durumdur.Tarihselliği itibariyle bizim coğrafyamızda çekirdek toplum birimi Ocaktır ve ocak, kandaşa dayanmaktadır. Literatürde bu “kılan” olarak geçmektedir. Çekirdek ocak, örgütlü toplum özellikleri bakımından soy süreği açısından çekirdeği oluşturuyordu ve kutsaldı. Bu bakımdan sonraki kutsallıklar evriminde de çekirdek ocak kutsalı, tekleşmiş ve tekelleşmiş tanrı kutsallığının da temelini oluşturuyordu. Çekirdek kutsal, üç temel bileşenden oluşuyordu. Birincisi, ortak beslenmedir. İkincisi, ortak barınma-dır(ev-hane). Üçüncüsü ise “üreyim” olarak da tanımlayabileceğimiz kendinin yeniden üretimi yani doğumdur.

Kandaş hukukun temelini de bu üç kutsal belirliyor, sevk ve idare di-yordu ama bütün belirlemeler, kan-daşın kendi alanıyla sınırlı olarak gerçekleşiyordu. Açıktır ki, kandaş ortaklık, kandaşın maddi ve manevi ihtiyaçlarına göre anlam kazanıyor, ihtiyacına göre ilkesi kandaşlar arası yaşamın esas ilkesi olarak yaşam buluyordu. Kandaş hukukuna, bir başka deyişle “Kutsal Ana” yasalarına içe-rik kazandıran da bu ilkeydi. Alevi toplumu içinde, bir biçimde hala dillendirile gelen “Rıza Şehri” anlayışının dayandığı kadim kökler, işte kaynağını kutsal kandaş ocağın “İhtiyacına Göre Yaşam” ilkesinden alır. Tarihsel ve toplumsal olarak devlet ve bu bağlamda egemenlikler süreğinde, büyük merkezileşmelere, imparatorluklara doğru evrilmeye dönüştüğü bir süreçte, buna koşut bir karşıt faktör olarak, ortaklık toplumu yapılanması olarak kandaş Ocaklar ve Kandaş Kardeşlik süreği de, önce Ocaklar arası kardeşliğe ve Ocaklar arası ortaklığa doğru evrilir. Sonrada, bu zeminden hareketle Yol Kardeşliği’ne evrilir. “Yol bir sürek bin-bir” erkanınca bağıtlanan ve bu temelde organize edilmiş “Yol Ortakığı”na evrilerek gelişir, dönüşür. Yol kavramı, maddi ve manevi yaşamın ortaklık temelinde örgütlendirilmesinin adıdıdır ya da genel ifadesidir. Sürek ise etnilere tekabül etmek üzere, Yol’ un her bir etnik topluluk özgülüne göre gerçekleşmiş halidir. Denilebilir ki, M.Ö. 1200 yıllarından M.S. 600’ lü yıllara dek ocaklar arası kardeşlik süreği, 600’ lü yıllardan itibaren de Yol Kardeşliği’ne doğru bir evrim süreği işler. M.S 12.yüzyıla gelindiğinde, Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’da hem örgütlülük bakımından ulaşılan düzey, hem de on iki merkez ocaklar arasındaki organizasyon bakımından, bütün zamanların en mükemmel olduğu bir konağa işaret eder. Tabi ki, bu süreç doğrusal bir çizgi izlemedi. İnişli çıkışlı ve eşitsiz gelişen bir yol izleyerek, bu evrim konağına ulaşırken, doruktan inişe geçişin de başlangıç evresi oldu. 1240’lı yıllarda yaşanan büyük katliam. talan, göçertme ve dağıtma olayı, tarihsel ola-rak söz konusu Ortaklık süreğinde, ilk büyük kırılmaya da işaret etti böylece…

Genel olarak Aleviliği, özel olarak da Kızılbaş Aleviliği, egemen sistemler dışı kılan, esasında temel yapıları arasında yer alan Adalet kurumudur. Dahası, esas ve öz olarak adalet kurumudur. Kızılbaş Alevilik, tarihsel geçmişinin bütün dönemlerinde, egemen olan ve kendisini çevreleyen hukuk ve adalet anlayışlarının dışında kalmıştır. İster köleci, ister feodal, ister kapitalist olsun, tarihsel geçmişinde süregelen özel mülk sistemleri ve sis-tem sahibi devletlerle, özellikle adalet dağıtan kurumlarıyla hiç barışık olmamıştır. Devlet denilen organizasyon da dahil olmak üzere ona ait bütün kurumları, özellikle de adalet kurumunu, doğanın yasasına en ay-kırı bir kurum olarak görmüş ve dışlamıştır.

Genel bir nitelemeyle bu kurumlara ve onu var eden yasalara,”Nefs Yasaları” ya da “Nefs Kurumları” adını vermiştir. Sömürü ve zulüm üzerine kurulmuş bir binanın adalet ve vicdan binası olamayacağını, Adalet ve vicdanın, ortaya konulan yaşam şartlarından ayrı oluşamayacağını, dolayısıyla söz konusu yaşam şartlarının “İhtiyacına Göre” erkanına uygun düzenlenmesiyle, hem hakkaniyete hem de rızalık vicdanına uygun düşen adaletin gerçekleşeceğine inanmıştır.Yine bu bağlamda adaleti ve vicdanı olmayan kapılardan adalet dilenmemesi gerektiğini, Yol İkrarıyla Yol’a girmiş her yol evladına, “On iki Erkan”dan birisi olarak meydan tenbihidir diye belirtmiş ve bağıtlamıştır. Bu farklılığa, ayrıntıda bir farklılık gibi bakılamaz. Yol’a giriş koşulların başlangıcını, “İkrar” kavramıyla karşılanan söz bağlamındaki kural(erkan) oluşturur. Üyesi olmak üzere topluma girişin, o toplumun üyesi oluşunun en temel koşuludur ikrar. Toplumun dışında bir varoluş olmadığından ikrar, birey ile bireyi, (bunu esas olarak bir can ile canlar topluluğu olarak ifade etmek gerekir ama can denildiğinde de insan süre-tinde can denmek istenmediği, insanda dahil doğadaki bir tekmil canlının kastedildiği bilinmelidir.) birey ile toplumu, o toplum ile o toplumu kuşatan her olgu arasındaki, sürdürülmesi istenen ilişkilerin tamamını tayin eder ve düzenler. Bu yönüyle bakıldığında bir tekmil hukukun ve adaletinde muhtevasını verir.

Günün Aleviliğine bakılarak, bu meydana sunduklarımın ne içeriğini ne de anlamını kavramak mümkün değildir. Burada ne söylemişsem Yol’un Aleviliğinin yaşadığı geçmişe dairdir. Yol’un Aleviliğinde, ikrarsız olarak yola girilmez, şimdilerde özde değil sözde yapılan cemlerde, nasilki Dar olmak, seyirlik olmuş ise sözün geçtiği her yerde ve düzeyde ikrarda, seyirlik olmuştur. “Eline beline diline” olarak ifade edilen ikrar sözü bir tekerleme gibidir.!. Oysa Yol’un Aleviliğinde İkrar, üçlü terkip halinde dillendirilir ve yola girmiş olanı yaşamının her merhalesinde bağlar. Yıllık sorgu- sualden(Görgü) geçen her can, önce kendi kendisinin yargıcı olur ve özünü, bu bağlamda Hak Meydanı’na açar. Daha başında verdiği ikrar, dar olduğunda ona yol gösterir. Ne demişti verdiği ikrarda; “doğru düşüneceğim, doğru söyleyeceğim, doğru ve sağlam yapacağım. Elime, dilime ve belime sahip çıkacağım Eşime (karıma ya da kocama değil eşime), işime, aşıma sadık olacağım”. İşte terkibi bu olan ikrar erkanı, bir canı Hak ve Hakikat meydanına çıktığında, önce kendisinin yargıcı olur demiştik. Özüyle kendini dara çektiğinde, aldığı eğitim ve terbiye gereği o can bilir ki, vücudunun her zerresi ondan davacıdır ve sorgular onu. Örnek olsun, İkrarın ikinci ter-kibindeki “el” sahibine sorar;”Ey sahip ben ki senin elinim. Ben de çok marifet vardır. Ben yaparım da yıkarım da. Hele dile gel, sen bana bir yıl boyunca neler yaptırdın, ne-leri yaptın onardın, imar ettin, neleri yakıp yıktın?”

Görüldüğü üzere, şimdilerde dillendirildiği gibi “çalma, yalan söyleme, harama uçkur çözme” gibi son derece dar ve sıradan bir ifade değildir. Bir canın kendini sorgulaması aynı zamanda meydanın kendini sorgulamasıdır. Kimse o meydan da baş-kasının yanlışı üzerinden kendini doğrulayamaz. O meydan Hak meydanıdır, Hak ve Adalet Meydanı’dır.O meydanda görülen, başka bir mey-dan da görülmez!.Hepsi yaşadığımız bu dünya gerçekliği içindir.

Verilen ikararın isbatı, Müsahipli olmaktır.Yol’a girişin başıdır, esası-dır. Yola girmek demek, Alevi toplu-luğunun Alevi olarak vatandaşı olmaktır! Kadim Yol gerçeği açısın-dan doğru kavram, “Müsahip” değil-dir ama şimdilerde bu kullanılıyor. Doğru kavram, Türkçe olarak “Eş ve Eşitlik Kardeşliği” dir. Kürtçe, Farsça ve Zazaca karşılığı, “Bıraye Müsavi”dir. Ortaklık toplumuna üyelik, daha başından eşleşerek ve eşitleşerek olunur. Başka türlü mümkün değildir. Bu noktada hiç bir yanlışlığa meydan vermemek için, tarifi bile yapılmıştır ve şöyledir. “Hal ile halle-şecek, sonra yar olup yarleşeceksin, sonra yol ile yoldaş olacaksın.

Hal ile halleşmeyen, yar olup yarleşmeyen Yol ile yoldaş olamaz”. Bu erkan Yol’a girmenin ilk eşiğidir. Bu aşıldıktan sonra eşler bir araya gelir, bacı-kardeş olmak için kendi aralarında, hal birliği, dil birliği, fikir birliği, gönül birliği ederler. Sonra da Pirlerinin, Reyberlerinin ve ikrarlı diğer kardeşlerinin Meydanına çıkarlar. Orada gerçekleşecek ve bağışlanacak olan Yol ile Yoldaşlık erkanına göre onlar, “malı mala,canı cana katacak, bacı kardeş olarak dört baş bir beden olacaklar”dır.

Hukuken bu gerçekleşme durumu; özgürlüklerin sınırlanması değil bir-birine katılarak daha geniş bir özgürlük alanının yaratılmasıdır. Eğer deyim yerinde ise Modern Kapitalizmin en temel hukuk ilkesinin zıttıdır bu kural. Detaya girmeden ifade edelim;”bir bireyin özgürlüğü bir başka-sının özgürlüğünün başladığı yerde biter” denilerek bağıtlanmıştır kural. İlk algılanışta son derece olumlu bir etki yaratıyor insanda. Devletli sürek bağlamında, örneğin kilise hukukuyla kıyaslandığında, belki, göreceli olarak böyle bir rahatlama doğaldır da. Ama birinin özgürlüğünün diğerininki ile sınırlandığı bir düzen-lemde, bireyin ait olduğu toplumdan ayrı bir varoluşa sahip olamayacağına göre, bireyin özgürlüğünden söz edilemez aslında. Birey ile toplum arasındaki ilişki bakımından bu daralan hukuk ilkesini mantıksal sonucuna kadar devam ettirdiğimizde,. “toplumun özgürlüğünün başladığı yerde bireyin özgürlüğünün bittiği gerçeği ile karşılaşmamız kaçınılmaz olur.

Devam ediyorum. Toplumun örgütlü bir ifadesi olarak devletle toplum arasındaki ilişkide ise, Devletin özgürlüğünün başladığı yerde de toplumun özgürlüğü bitiyor ve gerçek özgür olan da, devlet olarak karşımız çıkıyor.Yaşadığımız somut gerçeklik ise bundan başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki, özgürlük talebiyle meydan tutanlar, devletin özgürlük alanına saldırarak işe başlarlar. İşte bundandır ki cümle devletler ve o devletlere sahip olanlar, tarih boyunca, Alevilik gibi ortaklık yapılanmalarına başından beri düşmandırlar. Başından yok sayılmalarına sebep suçlarının esası ve özü budur. Yolun başında, “Eşitlik Kardeşliği”nin bu şekilde bağıtlanması, aynı zamanda cinsler arası ilişkiyi de tayin eder. Cinsler arası ilişki “Eş” ve “Eşitliğe” dayanır. Literatürde buna, “İki Başlı Evlilik” denir. Şimdilerde tek eşli evlilik olarak dillendirilen ilişkinin temeli ve doğru tanımı budur. Tek eşli evlilik deyimi, kadını örter erkeği öne çıkarır. İki başlı evlilikte, kadın kendi haklarıyla erkek kendi haklarıyla bir araya gelirler, Haklarını ve özgürlüklerini birbirlerine katarak eşleşirler.

Bu nedenledir ki Müsahip Meydanının (cemi) diğeradı, “Eş Meydanı”dır.Birleşmenin bu hukuk esasına göre gerçekleşmesi, olası bir ayrılığın da nasıl olabilece-ğine kapı açar. Uygulama, aynı esaslar çerçevesinde gerçekleşir Sonuç olarak, genel çerçevesini verdiğim bu yapılanmaya ikrar ve müsahiplik noktasından baktığımızda, açıkca görüleceği üzere bu toplumda erk yoktur. Astlık ve üstlük yoktur. HER CAN O MEYDANDA EŞTİR, EŞİTTİR. Makam ya da aynı anlamda Post’dan sözedildiği yerde de, varmış gibi görülen şey, belirtti-ğim anlamda bir astlığa yada üstlüğe değil, yetkinliğe dayanan ve temelinde sevgi olan bir saygınlığın anlam kazanmasından başka bir şey değildir. Yol terminolojisine göre Ariflik ya da Bilgelik, bu bağlamda marifet sahibi olarak sevk ve idare etmeye, bilmeye ve bilgeliğe duyulan saygıya dayanır. Çünkü meydan, emir mey-danı değil, “Rıza Maydanı”dır.

– HAŞİM KUTLU –

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorum yapmak için yorum gönder butonuna tıklayın. Yorumlar kısa süre içinde görünecektir.